sadık hidayet ve buf-i kur

the blind owl by sadegh hedayat

sadık hidayet diyelim ve başlayalım. aslında sadık hidayet sevgimi bilenler bilir ama kendisini daha doğrusu benim başucu kitaplarımdan kör baykuş nam-ı diğer buf-i kur ’u geçen gün tanıştığım bir arkadaş ile yâd ettikten sonra kendisini dönem dönem celallenen sevgim yine patlak verdi.  malum hindistan varanasi nam şehirde yaşamaktayım şu sıralar. türkçe ve türkiye çok uzak buralara ama bi kitapçı varmış denk gelebilirsin dediler gittim kitapçıya şaka gibi kitap nar gibi karşımda ama ingilizce “sadegh hedayat – the blind owl” şekliyle aldım kitabı hediye ederim diye gel gör ki ah enis vah enis geç kaldım gidemedim uğurlamaya.

sonra da paylaşayım dedim sadık hidayeti artık benim olmasın bizim olsun. ama onun cümleleri sanki daha ağır bastı benim söyleyeceklerimden;

“yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.

kimseye anlatılmaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. tek ilâç şarap yardımıyla unutmaktır; afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. ama ne yazık ki bu tür devaların da etkileri geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler…”

“tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan”

“bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi.”

aşağıdaki satırlar benim favori satırlarım kitaptan ama türkçesini bulamadığım için ve çevirme terbiyesizliğine girmeyeceğim için ingilizcesini yayınlamak zorunda kaldım artık google translate ile idare edeceksiniz kusura bakmayın.

“there are those who begin to struggle with death when they are twenty years of age, while others die in a moment, a very quiet and peaceful death; they die in the same way that a tallow burner which has run out of fuel is extinguished.”

ve son olarak aşağıdaki kısmını ise varanasi’de anladım kitabın, ilginç…

“although the girl was located exactly opposite me, it seemed that she did not pay attention to what was happening around her. she was looking without seeing anything, and an unconscious, involuntary smile had dried to the corner of her lips; it seemed as though she was thinking of an absent person. it was from the stool that i saw her dreadful charming eyes, eyes which were enchanting and reproachful at the same time. it was to the shining and dreadful balls of those worried, threatening and inviting eyes that my single beam of life was attracted, and it was to the depth of those same eyes that my life was drawn and in them annihilated.”

kimmiş bu sadık hidayet diyenler buradan

kör baykus kitabı hakkında daha fazla bilgim olsun diyenler şuraya

ben bu kitabı okudum ama anlamadım diyenlere rehber bir kitap olan “kör okur sadık hidayet üzerine kör baykuş merkezli okuma denemesi” için buradan buyurun.


Yayımlandı

kategorisi

, ,

yazarı:

Yorumlar

“sadık hidayet ve buf-i kur” için bir cevap

  1. Semih Oktay avatarı
    Semih Oktay

    Okudum KÖR BAYKUŞ adlı novellayı;hem bir değil beş kez okudum.Anladım mı? Eh… Anlamasına anladım diyeyim ama bu küçücük romancık bir kez,iki kez,üç kez dahası beş kez kendisini okutmasına rağmen beni tekrar tekrar çekiyor;işte bunu anlayamıyorum.40 yıldır kitap özellikle de roman okuyorum,başıma bunun gibisi gelmemişti.Salt beş kez devretmekle de kalmadım zira aklıma düştükçe alır,,,sayfalarını niyet çeker gibi açar,,,başlarım okumaya. Yazmak ayrı çeker beni.Sadık Hidayet’in cümlelerine benzer tek bir cümle yazmayı beceremedim bu güne değin.Rüyasını anlatan birinin üslubuna benzetiyorum cümleleri ama ben birinin benzerini yazayım aynı üslupla diyorum;ol-mu-yor!..Bana bu novella sihirli imiş gibi geliyor! Az biraz ürküyorum sanki KÖR BAYKUŞ romanını tekrar okumaya olan meylimin,zaafımın nereden kaynaklandığını bulamıyor olmaktan…Bırrr,nereden gördüm şu saatte sizin yazınızı?!..Olsun!..Bana zaten unut(a)madığım bir kitabı tekrar hatırlattığınız için minnettarım.Çok özledim Sadık Hidayet’in bu novellasını.Nasıl desem? O kambur ihtiyar ile onun dere başında karşılaşıp durduğu kız burnumda tütüyor.Tekrar okusam mı?

    Hoşça kalın…

Bir cevap yazın